Oct 22, 2010

2 Sene Sonra Yeniden...

Aslında bu en başından beri benim fikrimdi!

Tamam, 2 senedir yazmıyorum ama, bu fikrim olmadığını göstermez.

Gizem var, okuldan arkadaşım. Gerçi o şubat ayında mezun olup, beni yalnız bırakıp gitti ama olsun. Kendisi şu anda, son model bir meyve sıkacağının motorunu yakma başarısı göstermiş az sayıda insandan birisidir, küçümsememek lâzım. Gizem, bilgisayar-matematik bölümü mezunu. Hep derdi ki: "ben bu yazılım sektöründe çalışmak istemiyorum!" Nedeni ise gayet basitti, şu bilgisayarcı-yazılımcı-bilgisayar mühendisi olan insanlara bir bakın, ben onlar gibi değilim.

Gizem, gerçekten de o insanlar gibi değil. En azından onu tanıyan ve birkaç tane de yazılımcı tanıyan birisi olarak ben buna şahidim. Yazılımcı, bilgisayar mühendisi falan diyince insanın gözünde şöyle bir görüntü canlanıyor: Bir adam düşünün, bütün hayatı bilgisayarı. Annesini bile monitöründen ya da klavyesinden daha az görüyor. Bütün gün bilgisayarın başında oturmuş, kirli sakallı, göbekli, çok büyük muhtemelle pis kokan bu adamın bütün sosyal çevresi de yine o bilgisayarın içinde. Facebook'tan sosyalleşiyor, yeni insanlarla tanıştığı tek mecra da online oynanan oyunlar. Bu adamlar yemeklerini bile bilgisayar başında yiyorlar, çok ciddiyim.

Benim böyle bir arkadaşım vardı. Kendisini ilkokuldan beri tanırım. İlkokuldan beri tanıdığım için de, uzun yıllar boyunca kendisindeki değişimi gözlemleme imkânı buldum, çok da kolay oldu:

Bir gün bu adamın evine gittim ben. Bilgisayar kasasının hemen sağ tarafında, oyun CD'lerinden oluşan bir dağınıklığın üzerinde, bir tabak dokunulmamış börülce yemeği vardı. (Bazı insanlar börülcenin de ne olduğunu bilmez ama şimdiki konumuz bu değil.) O börülce dolu tabağa bakıp, "oğlum bu ne?" dedim. "Akşam yemeğimdi abi, yemedim." dedi pişkince, bir de üzerine espri patlattığını zannetti: "Açsan yiyebilirsin."

Ağlanacak hâline gülen insanlardan hiç haz etmem. Muhtemelen bu adam bütün akşamını Age of Empires oynamakla geçirmiş ve köylüsüne tarım yaptırıp, komşu devlete saldırmaktan yemeğini bile yiyememişti. Hatta kendisinin daha da ileri gidip, bilgisayarına iki monitör bağlayıp, soldakiyle online oynanan bir oyunda birileriyle savaşırken, sağdaki monitörde Kadıköy'de oturan ve aynı evi paylaşan iki kızla görüntülü chat yapıyordu.

Tabii o an kontrolü ele geçirip, "oğlum görüntülü chat senin neyine, yağlı göbeğini gösterince ne oluyor?" diyemedim. Ama adam gerçekten de göbeğini gösteriyordu karşısındakilere ve ister inanın ister inanmayın, bu adamlar yazın bilgisayar karşısında üstleri çıplak oturur, evlerinin dağınıklığından, uykudan kalkmış hâllerinden falan da hiç utanmazlar.

Bu arkadaşımla zaman içinde muhabbetimiz koptu. Sebebi de, muhtemelen evden dışarı çıkmaya cesaret ettiği zamanlarda, insanlarla yüz yüze konuştuğunda, konuyu yine dönüp dolaşıp bir şekilde internet'e, yazılım'a, online oyunlara, offline oyunlara, bilgisayar programlarına getiriyor olmasıydı. Herhâlde bir yerden sonra paylaşacak bir şeyler bulamadık.

Şimdi Gizem'e geri dönelim. Gizem, yazılım sektöründeki insanların, benim yukarıda anlattığım ilkokul arkadaşımın karakterinde insanlar olduğunu bildiği ve onlar gibi olmadığı için herhangi bir şansının olmayacağını düşünüyordu. Ben de ona, "sen zeki bir insansın, kitap okuyorsun, şiir yazıyorsun, filmlerle falan aran iyi, en azından matematik biliyorsun; bir blog açsan, sonra bunu cv'ne yazsan en azından senin, o yazılımcı çirkin adamlar gibi birisi olmadığını anlarlar; farkını ortaya koymuş olursun." dedim.

"Oha, çok iyi fikir. Nerden geliyor böyle şeyler aklına bilmiyorum." dedi.
Sonra, Gizem gerçekten de blog açtı: http://rinti.tumblr.com

Ben ise bu fikri ben buldum sanıyordum. CV'de öne geçmek için çok klâs bir hareket olacaktı, futbolda ayak içiyle yapılan orta gibi bir şeydir blog açıp sonra bununla hayatına katkı sağlayabilmek. Hatta en güzel örneği de 2009 yapımı Julie & Julia filmi olsa gerek.

Sonra, okulda Yavuz Hoca'mız benim birkaç ay önce Gizem'e söylediğim şeye çok benzer şeyleri sınıfa söyledi ve tâkip ettiğim kadarıyla da sırf ödev olduğu için sınıfta bir blog furyası başladı, gidiyor.

Kimse üstüne alınmasın ama, bence tok olanın pişirdiği yemekten, saz çalmayı bilmeyen adamın kaydettiği albümden, yaşamayanın yazdığı şiirden ve söyleyeceği bir şeyi olmayanın hazırladığı blog'dan fayda gelmez.

Sanıyorum ki bu seferlik bu kadar yeter. Önümüzdeki hafta börülceden, Julie & Julia'dan ve sanırım benim neden 2 senedir yazmadığımdan bahsedebilirim, hatta fotoğraf falan da ekleyebilirim.

Görüşmek üzere :)

1 comment:

Anonymous said...

Forgetting To Remember